expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

27 Şubat 2013 Çarşamba

Bir zamanlar 'dokuz taş' oynardık


                      

Biz küçükken,ders çalışmaz, ödevlerimizi yapmaz ve sabah akşam başından kalkmayız diye,evimizde televizyon yoktu ..

Bu nedenle eski türk filmlerinin çoğunu izlememişimdir çizgi filmleri de ucundan kıyısından bilirdim
Benim çizgi film kahramanlarım yerine masal kahramanlarım vardı, babaanneme Her akşam masal anlatması için baskı yapardık,

Osmanika,  Bremen mızıkacıları, Ali baba ve kırk haramiler, pekmez  ençok anlattığı masallardandı öyleki artık bu masalları, kelimesi kelimesine ezberlemiştik..Ama televizyon izlemek bizim rüyalarımızdaydı

Bu nedenle misafirliğe gitmeyi bir bayram havası niteliğinde karşılardık öyle sevinirdik ki mutluluktan havalara uçardık,

 Gittiğimiz yerde televizyonun başından kalmazdık annem babam bıraksa orada sabaha kadar göz kırpmadan televizyon izleyebilirdik.

On beş tatilde veya kar tatillerinde eve tıkıldığımızda dokuztaş oynardık bir nevi turnava gibi olur çıkardı.
Eğlence konusunda Şimdiki çocukların internette oynadığı bebek giydirmece pasta yapmaca vs oyunlara bin basardı. Şimdi fark ettim hem zeka gelişimi açısından hem de sosyalleşme anlamında da en iyisiydi….

 Dokuztaşın nasıl olduğuna gelince;

Karton kağıdın üzerine çizilen, iç içe geçmiş üç dikdörtgen çizgi oyunun yapı taşıdır, dıştaki iki çizgi birbirine daha yakın içteki diğer ikisine daha uzak olacak biçimde çizilir ve her bir köşeden içteki dikdörtgene doğru çizilen çizgiyle oyunun iskeleti tamamlanırdı.

Oyunun temeli bu üç çizgiden ibaret. İsminden de anlaşıldığı gibi oyuncuların elinde bulunan taş adedi dokuz tane olmalı.satrançta olduğu gibi oyun, iki kişilik….

Rakiplerin her birinde dokuztaş olur bu taşlarında ayırt edilmesi için farklı renkte olması gereklidir. Bunun için biz fasulye tanelerinden faydalanırdık

 köşeleri yuvarlak fasülye tanesini,  iki kısma bölerek, karton üzerinde yuvarlanmasını  önledik mi….  oyunda herhangi bir karışıklık çıkma ihtimaline olanak vermezdik..

Dokuz taşta hedef  ‘üç yapmak’ , diyelim üç tane kırmızı taş, yan yana veya alt alta geldiğinde rakibin daha önce üç yapmış olduğu taşlar hariç, istediğin herhangi bir taşını alabilme hakkını elde edilir.

Böylece oyun rakibin taşlarını en az ikiye düşürene kadar devam eder.

Eğer rakip varangele kurmuşsa yandın demektir, daha oyunun tadına varamadan hüsrana uğrayabilirsin de bu nedenle taşları büyük bir titizlilikle yerleştirmek çok önemliydi…

Hele üç yaptığını fiyakalı bir biçimde söyleme şekli var dı ki kelimeleri uzata uzata birrrr üççççç birrrr hiççççç …….bunlar unutulmaz…..

25 Şubat 2013 Pazartesi

Kelebeğin Rüyası


25.02.2013 / pazartesi /          KELEBEĞİN  RÜYASI





Uzun zamandır vizyona girmesini bekliyordum bu filmin‘kelebeğin rüyası’   yarıyıl tatiline denk gelmesi iyi oldu halacığım ve süm cümle birlikte kız kıza film keyfi ……

okulun açılmasına az kala tatilden güzel bir hatıra olarak kaldı……Filmin fragmanı televizyonda verildiğinde sinemaya gitmeye değecek bir film olduğu her halinden belliydi …

EE bir de hevesle girip zamanını ve paranı boşa harcamayı kimse istemez… hele öğrenciler hiç….  biz öğrenci milleti paramızı ıvır zıvır gereksiz eşyalara harcadığımızda bu israf olarak görmememiz  ayrı mesele tabi ,,,burayı geçiyoruz…..

neyse filme gelince fragmanda gösterilen sahneleri az çok kafamda bütünleştirip hikayeyi oluşturmaya çalıştığımda şöyle bir şey oluşmuştu ki,iki şair aynı kıza aşık,bir iddiaya giriyorlar, kız hangisinin şiirini beğenirse onun olacak sonra kız Rüştü nün şiirini beğenir ,kız aslında Muzaffere tutkundur Muzaffer’de  kıza,Muzaffer arkadaşına söz verdiğinden kızı sevmekten vazgeçer vesayire vesayire….
yani benim fragmandan anladığım buydu,Farah Zeynep’in filmde hangi rolü üstlendiğini merak ediyordum açıkçası…

Kıvanç Tatlıtuğ'un tırnak yiyen,sırtı kambur pantolonunu göbeğinin üstüne üstüne çekmiş memur havası ve rolünü canlandırmada ki ustalığı görülmeye değerdi, ve diğer oyuncularda iyiydi yalnız Belçim bilginin rolünü daha çıtı pıtı genç güzel bir oyuncu üstlene bilirdi güzelliğine laf söyleyemem ama kart olduğu her halinden belli,en azından rolü için biraz zayıflayabilirdi,

filmde tutkulu bir aşkın hissedildiği de şüpheli Suzan veda ederken bir hoşçakal diyor o kadar sonunda,son sahneyi şöyle yapabilirlerdi, Muzafferin öldüğünü haber veren bir mektubu okuyan Suzan yüzünde acı bir hüzünle uzaklara bakar, tabi arkada bu sahneye uyacak bir müzik pekala olurdu …


ya bir de Mediha nın hastalığının ne olduğunu film boyunca sakladılar  merak kaldı kanser mi nedir diye …Filmin adı kelebeğin rüyası ama ben kelebekle ilgili anlatılan hikayeyi pek anlamadım yoksa kaçırdım mı bilmiyorum ,eve geldiğimizde süme sordum  o da kem küm bir şeyler zırvaladı ama….. 

görsel anlamda olsun hikayenin,akıcılığı hüznü izlerken sardı bizi hep hüzün değil komik yerlerde vardı,insanın şair olası gelen şiirler, harikaydı kısacası şiir gibi bir filmdi ve zaman kaybı değildi………

8 Şubat 2013 Cuma

Okuyorum...






Kitap okumayalı bayağı zaman olmuştu, dersler finaller vizelerden dolayı zaman bulup okuyamadım dersem,,, yalan olur, ben hala kitap okumanın önemini hala kavrayamamışım demek ki,bloğumun şimdilik bana katkısı bu gerçeği öğrenmem oldu ama şimdilik....

Her zaman takip ettiğim bir blogger yazarı kitap tutkusunu anlatmış,bir sürü kitabı olduğundan bahsetmiş falan filan,açıkçası çok özendim ve kıskandım....


Nasıl yemek yemeden yaşanmazsa,kitabı da bu şekilde görüp hayatının merkezine oturtmuş ve düzenli bir şekilde kitap okuyan insanlardan her zaman hoşlanırım ve keşke ben de böyle olsam derim.

Ve bir karar verdim,her hafta en az bir kitab satın alacağım  (kitapların bana ait olmasını seviyorum,aldığım tarihi ve ismimi yazmaktan hoşlanıyorum),internette boş boş takılmaktan vazgeçeceğim..İnşAllah bu kararlılığımdan taviz vermem..pazartesi akşamı başlanan diyete salı günü son verilmesi gibi olmasın...

Evet okumaya başladığım ilk kitap Pr Dr Nevzat Tarhan'ın Mutluluk psikolojisi,kendimi tanımaya tanımlamaya başladığım zamanlardan beri psikoloji ve kişisel gelişim kitaplarını okumayı severim,bu tarz kitapları okurken ara ara durur düşünür,tekrar devam ederim..

Davranışlarımdaki hataları insanların söylemesinden çok kitaplardan öğrenip düzeltmeyi daha çok tercih ettiğimden olabilir,çünkü kitaplar ses tonunu yükseltmez,tehditkar bakışlar yoktur ve kimse mükemmel doğmaz der...

Mutluluk psikolojisi adı olsa da mutluluğun aslında stres dengesiyle nasıl bağlı olduğunu açıklayan ve stresi çeşitli tipleriyle tanımlayan bir kitap..Bu kitabı aldığım dönemdeki ruh halimi çok iyi hatırlıyorum daha finaller başlamamıştı ve ben çok mutsuzdum neden mutsuz olduğumu bilmek için bu kitaba elim uzanmış olmalı.

.lakin kitabı okumaya başladığımda kesin mutlu olacağım sonucuna şartlanmıştım.. kitabın başlarında ki stres tanımlarıyla karşılaşınca, kitap bir elektrik kablosunu kısa devre yapan kısmıydı ve bende çarpılma etkisiyle kitabı rafa kaldırmıştım ,,,

iyi ki okumaya başladım dedim ya artık okuyacağım..kendime söz veriyorum ...okudukça cümlelerimde ki gelişme yazılarıma yansır diye umuyorum daha sağlıklı yazılara
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...